5 Ağustos 2015 Çarşamba

Kayıp Kozmonotlar: Uzay Yarışının Gizemleri




   Uzaya çıkan ilk insan Yuri Gagarin'dir(!!). Bu söz bize biraz komik geldi. Çünkü Yuri Gagarin uzaydaki ilk insan değil, sadece uzaya çıkmaya çalışanlar içerisindeki en şanslı olanıydı. Tıpkı diğerlerinin yaşadığı gibi küçük bir aksilik, Yuri Gagarin'i resmi kayıtlardan silmeye yeterdi. Bu makalemizde sizlere Yuri Gagarin'in yerinde olması gerelen; şanssız, bir zamanlar öyle birinin yaşadığı hakkındaki resmi kayıtları bile silinen Sovyet kozmonotlar hakkında bilgiler vereceğiz.

    2.Dünya Savaşının ardından ortaya çıkan süper güçlerin yani Amerika ile Sovyet Rusya'nın arasında süren büyük yarışın en önemli kulvarı şüphesiz uzay yarışıdır. Uzay hakkında ilklere imza atmaya çalışan bu iki devlet gözlerini tamamen karartmıştır. Öğle ki büyük uğraşlar sonucu yetiştirdikleri astronot ve kozmonotları, herhangi bir başarısız görev ardından kayıtlardan ve fotoğraf albümlerinden silebilmişlerdir.
Uzaya çıkan ilk insan Yuri Gagarin

     Sovyet Rusya ortaya çıkan aksilikleri adına leke düşürmeden sildiğini sanarak yarışa devam ettiği sırada, en başından beri radyo ağına sızan, iki meraklı İtalyan kardeşin uzun bir süre farkına varmamıştır. Gözden kaçan bu kardeşler dünyaya Sovyetlerin yaptıklarını ifşa ederken, ününlerine ün katmayı da haber kuruluşları ihmal etmemiştir.


      Bu kardeşler ilk başarısını, 1960 yılında yine Sovyet sinyallerini dinlerken yakaladıkları S.O.S(yardım) sinyaliyle kazanmıştır. Bu sinyalin geldiği konumu tespit ettiklerinde uzaydan geldiğini görünce çok şaşırmışlardır. Yavaş yavaş uzaklaşan bir cisimden gelen sinyal bir süre sonra kaybolmuştur. Bu heyecan verici olaydan sonra ünlenen kardeşlere büyük bir radyo şirketleri uzayı dinlemeleri için iş imkanı tanımıştır. Kısıtlı imkanlarla büyük bir ün yapan kardeşler, şimdi zamanının en iyi teknolojisiyle donatılmış bir labaratuvardadırlar. Büyük keşiflere imza atacakları artık şüphesizdir.

       Yine bir gün Sovyetlerin frekansını tarayan italyan kardeşler 1961 yılının kasım ayında uzaydan gelen yarım saatlik bir ses kaydı almayı başarmışlardır. Bu ses kayıtşarında zar zor nefes alan bir insanın sesi rahatlıkla duyulmaktadır. Bu ses kaydını dinleyen bir kardioloji profösörü bu ses kaydındaki adamın yavaş yavaş kalp atışları yavaşlayan, yani ölmekte olan bir insanın sesi olduğunu tespit etmiştir. Ertesi gün Sovyet basınında bir haberleşme uydusunun yanarak dünyaya düştüğü yazmaktadır. Tabiki gizlice yaptığımız bir insanlı roket deneyimizde bir kozmonotu kaybettik demelerini bekleyemezdik.

       Bir süre sonra, 12 Nisan 1961 yılında kardeşler yine Sovyet frekanslarını tararken bir başka uzay uçuşuna denk geldiler. Bu uçuşta her hangi bir gariplik görmeyen kardeşler aynı gün haberlerde Sovyetlerin uzaya çıkan ilk insanın gönderildiğini gördüler.

      Bir zafer kazandıktan sonra ikinci zaferi elde etmek için uğraşan Sovyetler bu kez çiftçi bir Rus kadına eğitim verip uzaya göndermeyi, bu sayede uzaya giden ilk kadını Sovyetler gönderdi nişanını almaya çalışırlar. Sovyetlerin bu uğraşlarını da fırsat bilen İtalyan kardeşler bir başka gizemli sinyal yakalama umuduyla çalışmalarına devam etmektedirler. Nihayet Yuri Gagarin'in uzaya gönderilmesinden bir ay sonra heyecan verici bir sinyal almayı başarmışlardır. Bu sinyalde, uzaydan dönmekte olan, atmosfere girmeye başlayan bir uzay aracının içinde korkuyla konuşan bir kadın sesi gelmektedir. Kadının ses kaydını net bir şekilde almayı başarmışlardır. Kadın, Sovyetlerin yer kontrol merleziyle iletişim kurmaya çalışmakta ve yanmakta olan uzay aracından sağ çıkmak için yardım istemektedir. Ciddiyetini bozmadan konuşan yer kontrol birimi kadına direktifler vermişdir fakat kadının "yere çakılacak mıyım ?" sorusundan sonra sinyal kesilmiştir.
      Bu olayın ardından yine Sovyetler bir iletişim uydusunun dünyaya düştüğünü bildirir. Fakat bu ses kaydını İtalyan kardeşler ajanslara vermiştir bile. Sovyetler bu olayı kendilerine yapılan bir çamur atma girişimi olarak lansetmeye çalılmıştır.
Ardındam İtalyan kardeşlerin peşine Sovyet Gizli Servisi takılmıştır ama bir başka başarılı gizli servis olan İtalyan Gizli Servisi Sovyetlere bu kardeşleri yedirmemiştir. Frekanslarına sızan bu kardeşlerden geç haberdar olan Sovyetler için olan olmuştur bile. Ama yinede Sovyetler resmi kayıtlara, 1963 de uzaya başarıyla gönderip canlı getirebildikleri çiftçi Rus kadını uzaya giden ilk kadın olarak yazmayı başarmıştır.
Uzaya çıkan ilk kadın Valentina Tereşkova

         Sovyetlerin uzay yarışında yaptığı gizemli şeylerin sonuncusu bu değildi. Bir başka olay da yaşandıktan sonra ancak 20 yıl geçtiğinde ifşa olabilmiştir. Bu ifşayı NASA da çalılan eski bir çalılan yapmıştır. Bu ifşa Sovyetlerin ilk kozmonot takımında yetiştirmeye çalıştığı 6 kozmonottan birinin fotoğraflardan silinmiş olduğunu fark edilmesiyle gerçekleşmiştir. İlk kozmonotlar eğitilirken 6 kozmonottan birinin başına tahlihsiz bir olay gelmiş, tüm bedeni yanmış ve bir süre sonra hayatını kaybetmiştir. Bunun üzerind
e ölen kozmonotun fotoğraflarını ve resmi kayıtlarını Sovyetler silmiştir.



        Gördüğünüz gibi insanlık tarihine adı geçen kozmonot ve astronotlar, sadece şanslılardır. Eğer ki bu insanlar da ölseydi kim bilir kimin ismi şu an kitaplarda yaşayacaktı. İfşa edilmiş olanlar şimdilik bu kadar. Belki de hala ifşa edilmeyen kaç tane daha silinmiş kahraman var.
Kayıtlara geçen ilk ölen kozmonotun külleri.


Devamını oku »

4 Ağustos 2015 Salı

Kepler Uzay Görevi: Yeni Dünyalara Uzanmak

     
 İnsan oğlu çok eski yıllardan beri, dünyanın sonsuza kadar var olamayacağını bilmektedir. Son zamanlarda korkunun ecele faydası yok değimiyle hareket eden insan oğlu yeni dünyalar arayışındadır. Bu amaç doğrultusunda NASA eski bir astronomi dalındaki bilim adamının ismiyle anılar Kepler Uzay Görevi'ni oluşturulmuştur.        Bu göreve mütakip, Kepler adında, samanyolumuzun bir kısmındaki pek çok yıldızı aynı anda analiz edilen bir teleskop uzaya gönderilmiştir. Bu teleskop diğer uydular gibi dünyanın çevresinde dönmemektedir. Dünyanın güneş etrafındaki döndüğü yörüngede, dünyayı takip ederek güneşin çevresinde dönmektedir. Böyle bir şeyi yapmalarının sebebi, dünyanın verecek olduğu ışık kirliliğinin ve yer çekimi dalgalanmasının uzay teleskobunu etkilememesini sağlamaktır. Bu sayede elde edilen veriler daha sağlıklı olmaktadır.
   
    Kepler Uzay Programının asıl amacı dünya gibi yaşama elverişli gezegenleri bulmak, bu gezegenlerin özelliklerini saptamaktır. Fakat şu var ki hiç bir uzay görevi tek amaç doğrultusunda yürütülmez. Çünkü bu görevler için inanılmaz büyüklükte paralar harcanmaktadır. Yani bir taşta birçok kuş vurulmaya çalışılmaktadır. Peki bu görevin başka amaçları nelerdir ? 
  • Güneşe benzeyen yıldızların çevresinde dolanan gezegenlerin özelliklerini saptamak ve hangilerinin dünyaya benzediğini belirlemek.
  • Sıvı halde su ve atmosferinin yaşama elverişli olan gezegenleri analiz etmek.
  • Gezegeni olan yıldızların genel özelliklerini belirlemek.
  • Yıldızlara olan uzaklıklarına ve aldıkları ısıya göre hangi bölgelerin yaşama uygun gezegen barındırma olasılığını saptamak.
  • Yaşama uygun gezegenlerin en çok nasıl yıldızların çevresinde bulunduğunu belirlemek.
  • Birden fazla yıldıza sahip yıldız sistemlerinde gezegenler nasıl hareket ettiğini belirlemek.
  • Keşfedilen gezegenlerin olası uydularını aramak. Örneğin Jupiterin yüzeyi buzla kaplı bir uydusu vardır. Bu uydu içinde yaşam olması bir ihtimaldir. 
Kepler Uzay Teleskobunun keşfettiği bağzı gezegenlerin tasfiri.


       Görevin amacı bunlardır. Bu teleskop yıldızların ve çevresindeki gezegenlerin fotoğraflarını çekememektedir. Yani bir fotoğraf alıp, bunun üstünde okyanuslar var, sıra dağlar var gibi sonuçlar elde edememekteyiz. Bunun için teknolojimiz çok yetersizdir.  Peki bu teleskop yıldızları nasıl analizlerini nasıl gerçekleştirmektedir.  

  • Yıldızların çevresinde dolaşan gezegenler, ancak yıldız ve teleskobun arasında girerse fark edilebilmektedir. 30 dakikada bir, görüş alanındaki yıldızları taramakta ve yıldızların değişen ışık miktarlarına göre, yıldız ile teleskobun arasında giren gezegenin boyutları hesaplanabilmektedir. Yani tek bir gezegeni keşfetmek bir şans meselesidir ve uzun bekleyişler gerektirir.
Kepler'in keşfettiği dünya benzeri gezegenler.

  • Yıldız ile teleskop arasına bir gezegen girdiği zaman, alınan ışık prizmalar ile renklerine ayrılır. Işığın kırıldıktan sonra ortaya çıkan renkleri detaylıca analiz edilerek gezegenin ısısı ve gezegeni oluşturan elementler tespit edilebilmektedir. Yani keplerin bulduğu gezegenler hakkındaki fotoğraflar sadece betimlemedir.
Keplerin tarama yaptığ bölge.

Keplerin keşfettiği gezegenlerin bulunduğu noktalar.
Bu güne kadar 1500 adet gezegen keşfedilmiş ve sadece 11 tanesinde yaşamın olma olasılığı vardır.


          Kepler hala daha görevine devam etmektedir. Keplerden önce aslında Hubble uzay teleskobu uzaya gönderilmişti. Fakat  Keplerin görevi Hubble'dan farklı olan amacı tek bir cismin detaylı fotoğraflarını çekmek değil, birçok cismin ışığını aynı anda analiz etmektir. Eğer Hubble uzay teleskobu ile Keplerin analiz ettiği yıldızlara bakılsaydı, keşfedilen bunca gezegenin hiç biri hakkında bilgimiz olamazdı. Hubble gibi büyütme gücü çok yüksek olan bir teleskop bile , diğer yıldızların çevresinde dolaşan gezegenleri tek bir nokta şeklinde bile gösteremezdi. 
Kepler ve Hubble



Hubble'ın çektiği fotoğraf.


Keplerin analiz yaptığı bir yıldızdan gelen yıldız demeti.
       Eğer bir gün dünyanın tıpa tıp aynısı olan bir gezegen bulunursa bile, o mesafelere gitmek yakın gelecek için imkansız görünüyor. Işık hızında gidebilen roketler üretilse  bile ki bu Özel Görelilik Teorisine göre imkansızdır, 10 senede bu yıldızlara gidilebilmektedir. İnsan oğlu ışık hızının yanına bile yaklaşamamaktadır. En erken başka bir yıldıza 60.000 senede gidilebilmektedir. Ama olsun bir yerden başlamak lazım. Sonuçta yakın bir geçmişte insanların hayalinde bile olmayan pek çok şey günümüzde gerçekleşmiştir. En azından biz oralara gitmeyi hayal ediyoruz.

Devamını oku »

3 Ağustos 2015 Pazartesi

H.A.A.R.P Projesi: Radyo Dalgalarıyla Dünya'nın Kendisine Hükmetmek

      Haarp projesini pek çok yerde, gerek komplo teorisi olarak gerek Nicola Tesla'nın dehasından çıkan müthiş bir fikir olarak duymuşsunuzdur. Biz komplo teorilerinden uzak bir şekilde bu teknolojinin bilimsel tarafını sizlere anlatmaya çalışacağız.
 

   
    H.A.A.R.P kelimesinin açılışının Türkçesi ''Yüksel Frekanslı Aurasal Araştırma Programı''dır .
Bu fikri insanlığa Nicola Tesla aramağan etmiştir. Nicola Tesla'nın zamanında şehirlere elektrik daha yeni girmeye başlamıştır. Elektrik teknolojisinin önünü çok açık gören Tesla, bu konuda çalışmalar yapmıştır. Aynı dönemde ilk ilkel radyolar da ortaya çıkmaya başlanmıştır. Her ne kadar bilinmese  Tesla, tıpkı ampul gibi radyo teknolojisinin de babasıdır. Nikola Tesla radyo dalgalarıyla uğraşırken bu dalgalar ile elektriğin kablosuz bir şekilde taşınabileceğinı keşfetmiştir. Bu bağlamda çok ciddi çalışmalar yapan Tesla 40 kilometre öteden 100 adet ampulu radyo dalgaları ile çalıştırmayı başarmıştır. Hatta farkında olmadan yakın çevresinde büyük bir deprem ortaya çıkarmış ve evi hariç çevresindeki tüm yapılar yıkılmıştır. Ta ki pencereyi açıp çevresindeki yıkık evleri ve polisleri görene kadar yaptığı deney cihazının böyle bir şey yapabileceğini fark edememiştir. Bir süre sonra bilinmeyen bir sebeple Teslanın labaratuvarında yangın çıkmış ve çalışmalarının büyük çoğunluğu yok olmuştur.  Çalışmalarının yok olması ve  Tesla'nın çağının çok üstünde şeylerle uğraşmasından dolayı daha gerçekçi fikirler arayan para kaynakları Teslayı desteklememiştir. Bunun üzerine Tesla Amerika ve Rusya hükümetleri ile mektuplaşmıştır. Bu mektuplaşmalar sonuçlanmadan hayatını kaybeden Tesla bu büyük teknolojik fikri Rusya ve Amerika'ya istemeden  aramağan etmiştir. Teslanın ölümünden ancak yıllar sonra bu projenin gücünün farkına varan bu iki devlet, tüm belgeleri dünyadan gizlemiş ve bu projeyi sessiz sakin geliştirmeye başlamıştır. Bu başlayan araştırmalar şu an bile son sürat devam etmektedir.
     Şu an ne kadar isterseniz isteyin Tesla'nın bu konu hakkındaki orijinal makalelerini bulamazsınız.


 Bu proje teorik olarak nasıl mümkün olabilir ?
  • Yapılmaya çalışılan olay, çok yüksek frekanstaki radyo dalgalarını iyonosfere ulaştırmaktır. Çünkü teorik olarak, harcanan enerjiye göre iyonosferden alınabilecek enerji çok yüksektir. 
  • Ortaya çıkacak bu yüksek enerji iyonosfer üzerinden istenilen har hangi bir konuma yönlendirilebilecektir. Yönlendirilebilen bu yüksek enerji, herhangi bir amaçla kullanılabilir.

Amerika'nın H.A.A.R.P ahkkındaki çalışmalar yürüttüğü üs. Diktiği bu antenler sayesinde yüksek frekanslı radyo dalgaları iyonosfere ulaştırılabilmektedir.
H.A.A.R.P nerelerde kullanılabilir ?
  • Çok derinlerdeki deniz altlarında bile çok kaliteli ve kolay iletişim sağlanabilir. 
  • Kablosuz bir şekilde dünya üzerindeki her yerden elektrik sağlanabilir.
  • Yer kabuğunun çok derinleri hakkında araştırmalar yapılabilir.
  • Her hangi büyüklükteki bir cisim bulunduğu yerden hareket ettirilebilir. Bu sayede büyük su kütleleri taşınıp oman yangınları durdurulabilir.
  • Ozon tabakasına müdahalede bulunulabilir.
  • Her hangi bir füze havadayken imha edilebilir.
  • Bir bölgedeki iklim aniden değiştirilebilir.
  • Yapay depremler oluşturulabilir.
  • Her hangi bir yapı yok edilebilir.
  • Yapay hava hareketleri oluşturulabilir.
  • Her türlü elektronik aygıt anında kontrol altına alınabilir.

Yani tam bir bilim kurgu hakim bu projenin üzerinde. İnsanlığa inanılmaz büyüklükte yarar sağlayabilecek bu proje aynı zamanda mükemmel bir savaş teknolojisidir. Zaten bu proje Amerika ve Rusay'nın savaş teknolojileri enstitüleri tarafından sürdürülmektedir. Bakalım insanlar haricinde taşa toprağa da hükmedebilen ilk ülke hangisi olacak...

Devamını oku »

Kuantum Teorisi: Evreni Anlamak

  Bilim dünyasında açılmış olan en son kapı... Modern dünyada bu teoriyi duymayan yoktur herhalde. Fal bakan kişilerden tutun, bilim insanlarına kadar Kuantum felsefesini sektörlerine eklemişlerdir. Bu yazımızda bizi kuantum teorisinin bilimsel kısmı ilgilendiriyor. Pek çok kişinin bu teori hakkındaki yazıları dergilerden, kitaplardan görüp de okurken sıkıldığını biliyoruz. Bu yazımızda kuantum teorisini, terimlerden uzak tutup mantıksal bağlamda size anlatacağız. Daha iyi kavramanız için yazıyı okurken fotoğrafları da incelemenizi tavsiye ederim. Şimdi iznizle size Kuantum Teorisini tanıştırayım:


           Kuantum Teorisi Neyle İlgilidir ?

o    Kuantum teorisi makro boyutlar mikro boyutlara doğru parçacıkların davranışlarının davranışlarını açıklar. Kuantum teorisinin pek çok kişiye saçma veya uydurulmuş gibi gelmesinin sebebi öyle olduğundan dolayı değil, günlük yaşamımızın seyrinde hiç farkına varamıyışımızdır. Ama aslında bu teorinin çok sağlam temeller üzerinde olduğunu ve teleskoplarla uzayı incelerken pek çok şekilde kendisinin var olduğunu kanıtlayan bir teoridir.
      Kuantum Teorisine Göre:
  1. Maddeler dalga, dalgalar da madde özelliği göstermektedir. Işığın bir dalga gibi yayılmasına rağmen bir kütlesinin bulunması buna bir örenktir.
  2. Enerji aslında ''Kuanta'' adı verilen paketçiklerden meydana gelir.
  3. Elektronlar ve Protonların arasında dalgasal bir kordinelik vardır. Bir atoma enerji yüklenir, yani ısıtılırsa elektronun bulunacağı enerji seviyesi bu dalgasal ilişkiye göre belirlenir.
  4. Doğadaki her parçacık birbiriyle iletişim halindedir. Hiç bir maddenin enerji seviyesi aynı olamaz. Bu yüzden bir madde enerji kazanır ya da kaybederse evrendeki her parçacık bu duruma göre enerji seviyesini değiştirmektedir. Bu ilkeye aynı zamanda 'Dolanıklılık'' veya ''Dolaşıklılık'' denmektedir.
  5. Doğadaki hiç bir şeyin yeri ve enerji miktarı belirli değildir.Bir cismin bulunduğu mekan ne kadar çok belirginse orada bulunmama ihtimali o kadar çoktur. Bir maddenin konumu evrenin herhangi bir köşesine doğru her an değişebilir. Bu olaya belirsizlik ilkesi denir. Bunu da çok güzel bir şekilde anlatacağız.
  6. Hiç bir maddenin sahip olduğu enerji 0 olamaz. Mutlaka bir ''kuantumluk'' enerji miktarı maddede bulunmaktadır. Bir maddenin tüm enerjisini yani tüm ısısını alırsak sıcaklık değeri -273 kelvin, namı diğer ''mutlak sıfır'' olur. Fakat kuantum teorisine göre bir madde asla -273 kelvin sıcaklığında olamaz.
  7. Doğadaki maddeler hangi durumda olacaklarına bir gözlemci olaya dahil olursa karar verir. Bir gözlemci olaya dahil olmadığı sürece madde hakkındaki hiç bir şey belli değildir.

Yukarıda yazan her maddeyi teker teker bir başlık yapıp detaylıca ve örneklerle anlatacağız..Bu yazının sonunda doğayı aslında hiç tanımadığınızı fark edeceksiniz ve ona olan düşünceniz eskisi gibi olmayacak.

       Bir yolculuğa başlıyoruz...
     Elmasın doğadaki en sert madde olduğunu biliyorsunuz. Ağır sanayide her türlü maddeyi kesebilen parçalayabilen ve hiç bir çizik almayan bir madde. Ayrıca gramı milyon dolarlar değerinde. Ama mu maddenin %99.999... sonuna 9 tane daha 9 koyarsanız o kadarı boşluk. Milyon dolarlık bir madde alıyorsunuz ve paranızın hepsi bu boşluğa gidiyor. Ayrıca bu boşluk çok sert. Boş bir şey nasıl bu kadar sert olur ? Bunun cevabı kuantum teorisinde saklı.
    Her madde atomlardan oluşur ve atomların %99.9999999999999'u boşluktur.Yani siz İzmir'de bir çay bahçesinde çay içen bir çekirdek olsaydınız elektronunuz yunanistan taraflarına kadar uzanabilirdi. Bu nedenle her madde aslında bir boşluktur. Peki o zaman neden biz oturduğumuz sandalyenin, yani boşluğun içine düşmüyoruz ? Neden duvara yumruk attığımızda elimiz karşı tarafa geçmiyor ? Sebebi atom altı parçacıkların davranışlarında saklı. Bu ilişkiyi de bize birazdan kuantum teorisi açıklayacak.

Görüldüğü gibi hem atomların büyük çoğunluğu, hem de atomların birbiri arasındaki mesafe en sert maddede bile boştur.  
1-Maddeler dalga, dalgalar da madde özelliği göstermektedir

      Bu ilkeye bir çok kişinin en azından ismini duyduğu Çift Yarık Deneyi sonucunda ulaşılmıştır. Bu deneyde teker teker elektron fırlatabilen bir makine, makinenin önüne koyulan üzerinde iki yarık bulunan bir tabela, arakasına da elektronların çarptığı zaman üzerinde iz kalabilen bir başka tabela.
     Elektronlar bilindiği gibi  şekli ve kütlesi olan bir maddedir. Deneyi yapmadan önce bilim adamları en arkadaki tabelada elektronların sadece iki tabeladan geçtiği için iki tane şerit çıkacağı düşünülüyordu. Fakat böyle olmadı. Beklenenin aksine elektronlar yarıklardan tıpkı bir su dalgası gibi geçti. Bir su dalgası gibi iki yarığa birden çarpınca ikiye bölünen dalga birbiriyle girişim oluşturup tabelada bir çok şerit meydana getirdi. Bu yüzden bir madde olan elektronun tıpkı bir dalga gibi hareket ettiği ortaya çıktı.
   Dalgaların madde olarak davranması savını destekleyen bir başka deney de ışığın kütlesinin ölçülmesi olmuştur. Işığın yapısını oluşturan fotonların kütlesi aşağıdaki gibi bir deneyle ölçülmüş, bir dalga olan ışığın aynı zamanda madde gibi de davrandığı ortaya çıkmıştır.
Elektronların perdedeki görüntüsü Şekil A gibi olaması beklenirken Şekil B gibi olmuştur. Sebebi elektronların dalga özelliği göstermesidir.

Su dalgaları, ışık dalgaları gibi elektron dalgaları da bu şekildeki gibi yarıklardan geçer.

Foton önce tabana çarpar ve bir değer alınır, yansıyan foton bir de tavana çarpar ve ikinci değer alınır., değerler arasındaki fark fotonon kütlesini verir.




2-Işık aslında ''Kuanta'' adı verilen paketçiklerden meydana gelir.
     Işık ile ilgili yapılan deneylerde ışığın sadece dalga ve enerji olmadığı, aynı zamanda madde özelliği de gösterdiğini belirtmiştik. Bu yüzden ışığın ''kuanta'' adı verilen paketçikler halinde yayıldığı fikri doğmuş ve bu fikir deneylerle desteklenmiştir.

3- Elektronlar ve Protonların arasında dalgasal bir kordinelik vardır.

      Bu olay bir örnekle çok güzel açıklanabilir. Orta kalınlıkta, 2 metre boylarında bir ip alın, bir ucu sizde kalsın bir ucu da arkadaşınızda. İlk önce ipi yavaşça sallayın. Şekildeki dalgaların ilki gibi olsun. Yani sadece iki tane durgun noktası olsun. Sonrasında da ipe yavaş yavaş daha fazla enerji verin, yani ipi daha fazla sallamaya çalışın. Yavaş yavaş durgun nokta sayısı artacak, ipte daha fazla dalga gözlenecektir. Tıpkı bu şekilde proton ile elektron arasında da ilişki vardır. Işıkla ya da ısıyla bir atoma enerji verirseniz durgun nokta sayısı artacaktır. Bu durgun noktalar elektronun mutlaka bulunduğu noktalardır. Elektron ışık hızında hareket ettiği ve dalga özelliği gösterdi için protonun oluşturduğu yörünge alanında, aynı anda her yerde olabilir. Yeri belirsizdir. Aynı zamanda bu örnek yukarıdaki yazdığımız 4.maddenin de küçük bir örneğidir. Elektronun atomun  çevresindeki her yerde olabilme ihtimaline karşın mutlaka bulunduğu noktalar vardır. Elektronların bu konuma yukarıdaki örneğini verdiğimiz gibi proton ile elektronların arasındaki dalganın sahip olduğu durgun noktalardır. Aynı elektron 2 durgun noktanın arasındaki her yerde bulunabilir. Fakat durgun noktalarda mutlaka bulunur.
Fakat 4. maddede anlatılacak olan Doğadaki hiç bir şeyin yeri, enerji miktarı belirli değildir prensibinin etkisiyle atomun o anki sahip olduğu enrjiye göre proton ile elektron arasındaki dalga hep değişkendir ve durgun noktaların yeri de bu yüzden değiştiği için elektronların atomun içindeki yerini saptamak imkansızdır.
     Aynı zamanda bu dalgasal ilişki aynı atom içinde bulunan iki elektron arasında da vardır. Her maddenin renginin farklı olmasının sebebi, o maddenin atomlarının çevresinde dolaşan elektronlar arasındaki oluşan dalga belirler. Yazının ilerki kısımlarında daha iyi anlayacağınız bir sebepten dolayı aslında yeşil bir madde bir anda mavi renge dönüşebilir. Hepsi ihtimaller çerçevesindedir. Fakat maddenin özelliğinden dolayı sahip olduğu renkte gözükme ihtimali, diğer renklerde gözükme ihtimalinin kat kat fazlasıdır.
Bu şekildeki görülen kırmızı noktalar durağan noktaları temsil eder. Durağan nokta sayısı arttıkça dalga, daha fazla enerji yüklü demektir.

İlk dalganın 2, 2. dalganın 3, 3. dalganın 4 tane durağan noktası vardır. Dalgada enerji yüklendikçe durağan dalga sayısı artar.


Elektronların konumunun atom içindeki dalgasal değişikliği.

Şekildeki gibi bir elektron atomun içerisinde aynı anda her yerde olabilir.  Fakat enerji seviyesine göre bağzı  noktalarda kesinlikle bulunmak zorundadır.


4-Doğadaki her parçacık birbiriyle iletişim halindedir. Hiç bir maddenin enerji seviyesi aynı olamaz.
      Atomların çok küçük bir kısmının dolu olduğu halde hiç bir maddenin birbiri içine giremediğini söylemiştik. Şimdi bunun nedenini açıklayacağız. İlk nedeni elektronların aynı yüke sahip olmasıdır.Bu olay başlığımız ile çok alakalı değildir ama anlatmakta fayda var. 2. paragraftaki örnek kuantum teorisini anlamak açısından hayati önem taşımaktadır. Aynı atomun içinde bulunan elektronlar arasında kordinasyon olduğu için birbirlerini atomun içinden atamamaktadır. Fakat farklı atomlar arasındaki elektronlar aynı kutup elektrik yüküne sahip olduğu için birbirini itmektedir. Elektronlar da ışık hızında hareket edip atomun her bölgesinde var olduğundan dolayı atomların hiç bir boş bölgesi birbirlerinin içine geçememesini sağlamaktadır.
      Hadi diyelim yüksek bir basınç uygulayarak atomları iç içe geçirmek istediniz.O zaman başarabilir misiniz. Eğer sonsuz bir basınç kuvvetine sahipseniz başarabilirsiniz. Fakat doğa yasaları buna izin vermez tabii ki. Çünkü bir çok kişinin bilmediği, kuantum teorisinin açıkladığı bir olay devreye girmektedir. Hiç bir madde birbiri ile aynı enerji seviyesine sahip olamayacağı için elektronlar da birbirlerine yaklaşamaz. Aradaki var olan enerji seviyesi farkı elektronların birbirine temas etmelerini engeller ve yine atomların birbirinin içinden geçemez.
       Peki ya elektronlar bir anlığına da olsa aynı enerji seviyesinde bulunurlarsa? Bu imkansızdır. Çünkü her madde birbiri ile iletişim halindedir ve bir elektronun ve ya başka bir maddenin enerji seviyesi değişirse evrendeki her partikül davranışını buna göre değiştirerek aynı enerji seviyesine olma ihtimali ortadan kalkar.
Şekildeki gibi her atom arasında bir iletişim mevcuttur. Eğer siz bir maddeyi avcunuzla ısıtırsanız bundan evrendeki her atom aynı enerji seviyesinde bulunmamak için davranış değiştirir.

   
Dünya hacmine kadar büzüşmüş bir yıldız.

5-Doğadaki hiç bir şeyin yeri ve enerji miktarı belirli değildir.Bir cismin bulunduğu mekan ne kadar çok belirginse orada bulunmama ihtimali o kadar çoktur.

(Örneğin evin içindeki kalem dediğimizde maddenin mekanı, çantanın içindeki kalemden daha az belirgindir. ''Mekan ne kadar çok belirginse'' den kastımız budur))
       Bu ilkeye göre herhangi bir müzede bulunan milyon dolarlık bir elmasın bir anda yastığınızın altından çıkma olasılığını mümkün kılar. Fakat elmasın kütlesi, elmasın bulunduğu konumun belirginliği(bu belirginliği açıklayacağız) ve elmasla aranızdaki mesafeye bağlı olarak evrenin yaşının milyarlarca katı yıl kadar beklemeniz gerekecektir.
      Bu olayı elinize bir gök cisimleri kataloğu alarak beyaz cücelerin kütlesini incelerseniz fark edebilirsiniz.Bir beyaz cücenin kütlesi en fazla güneşin kütlesinin 1.4 katı kadar olabilir. Ne alaka diye düşünüyorsunuz biliyorum ama bir sonraki paragrafın sonunda bu durumu gerçekten anlayacaksınız.
      Beyaz cüceler güneş boyutlarındaki veya daha küçük yıldızların patlaması sonucu oluşurlar. Yıldızlar patladıktan sonra kendi içine doğru tekrar büzüşerek güneş kadar bir kütle, bir dünya hacmine kadar sıkışır. Teorinin bu ilkesine göre yıldızın o devası kütlesinin bulunduğu konum çok daha fazla belirgin hale gelmiştir. Çünkü hacmi küçüldüğünden dolayı konumunu daha küçük sayılarla belirtilmeye başlanmıştır. Şimdi burdan sonrası çok önemli, beyaz cüceler devasa kütleleriyle minimum boyutlara kadar büzüldüğü için yıldızın patlayıp saçılma ihtimali de o kadar artmıştır. Aslında yıldızın tekrar patlaması da patlamaması da ihtimaller üzerindedir. Hesaplara göre bir beyaz cücenin kütlesi en fazla 1.4 güneş kütlesi kadar olabilir. Eğer bu miktar geçilirse bu cismin sahip olduğu kütlenin konumu çok fazla belirginleştiği için yıldızın konum değiştirme ihtimali de o kadar artacak ve sonunda patlayıp konum değiştirecektir. Yani bir kütlenin konumu ne kadar belirginse orada olmama ihtimali de artacaktır. Beyaz cücelerin sahip olabileceği sınır kütle sadece kuantum teorisinin matematiksel formülleriyle hesaplanıyordu. Gelişen teknolojiyle teleskoplarla beyaz cüceler araştırılmış ve beklendiği gibi hiç biri bu kütle sınırını geçememiştir.
      Bunun matematiksel gösterimi en basit şekilde :
Bir cismin istenen konuma sıçrama ihtimali= cismin kütlesi× cisim ile sıçramasının istendiği mesafe× cismin konumunun  içinde bulunduğu mekanın büyüklüğü / plank sabiti
plank sabiti ışık hızı gibi, yer çekimi gibi doğada var olan bir doğa sabiti. Bu sabit kuantum matematiğinde formül tuturulmaya çalışılırken uzun uğraşlar sonucu ortaya çıkarılan bir kat sayı.
      Bu ilkeyi Bhor önerince Einstein ''Tanrı zar atmaz'' demiştir. Buna karşılık Bhor da Einstein'a ''Tanrının işine karışma !'' diyerek çıkışmıştır. Bu da size genel kültür olsun .



6-Hiç bir maddenin sahip olduğu enerji 0 olamaz. 

        Her maddenin bir ısısı vardır. Bu ısı elektronların proton çevresindeki dönüşlerinden ve atomun kendi etrafında titremesinden gelmektedir. Eğer bir maddenin ısısı kaybolur yani mutlak sıfıra ulaşırsa elektronlar çekirdek etrafında dönmüyor, atomun da kendi etrafında titremiyor anlamına gelir. Fakat kuantum teorisi ne olursa olsun elektronların 1 ''kuantalık(enerjinin bir bitlik miktarı, yani bir enerjinin miktarının düşebileceği en küçük nokta)'' dahi olsa enerji bulunduracağını ve açısal momentumun korunumu yasasından çekirdeğin çevresinde döneceğini söylemektedir. Yani hiç bir madde mutlak sıfıra ulaşamayacaktır.
        Hem eğer maddeler tamamen ısılarını kaybedebilseydi her madde 0 enerji seviyesine sahip olabilirdi ve bir başka ilke olan ''Doğadaki her parçacık birbiriyle iletişim halindedir. Hiç bir maddenin enerji seviyesi aynı olamaz'' ilkesi var olamazdı.


     
 7-Doğadaki maddeler hangi durumda olacaklarına bir gözlemci olaya dahil olursa karar verir.
       Bu ilkeye göre aslında bir illüzyonun içinde yaşıyoruz ve doğada olan olaylara biz de katıldığımız için maddeleri o haliyle görüyoruz.
        Bu olay hakkında çok ünlü bir deney vardır. Var olup olmadığı bilinmeyen kuantum teorisi ile ilgilenen bir bilim adamının kedisinin ismiyle anılan  ''Schrödinger'in Kedisi'' deneyidir. Hem de bu deney bir paradoks olarak da bilinir. Bu deneyde çelik bir kutunun içine bir kedi, radyoaktifliği algılayan bir dedektör ve dedektör aktif olduğunda yere düşüp kediyi öldürebilecek zehirli bir gaz kapsülünü kıracak bir çekiç ve bir kutu içinde sıkıştırılmış radyoaktif bir madde var. Yukarıdaki 5. başlıkta anlattığımız bir maddenin belirli bir mekandan dışarı çıkma ihtimali prensibi de bu deneyde kilit rol oynuyor. Gördüğünüz gibi her ilke birbiriyle uyum içerisinde. Bu deneydeki dedektör, eğer kutunun içerisinde sıkıştırılmış tek bir radyoaktif atom sıçrarsa devreye girecek ve çekici yere düşürüp zehir kutusunu kıracak ardından kedi zehirlenecek ve ölecek; eğer her hangi bir atom çıkmazsa kedi yaşayacaktır.Yani kedinin akıbeti hakkında iki ihtimal vardır. Bu durumda kuantum teorisine göre kediyi çelik kasanın içine koyup kapağı kapatırsak. Kedi hem ölüdür hem diridir. Hiç bir gözlemci olaya dahil olmadığı için ve maddeler de dalgasal özellik gösterdiği için kedi hakkındaki tüm ihtimaller dalgalanacaktır. Ta ki biz kapağı açıp gözlemci olursak kedi ya ölü olacaktır ya da diri. Fakat paralel evrenlerde bu dalgalanan ihtimallerin hepsi gerçekleşmiş olacaktır. Bu örneğin 5. başlıkla olan ilgisi 5. başlıkta vermiş olduğumuz formül kullanılarak, radyoaktif maddenin haznesinden sıçrama ve sıçramama ihtimalinin, yarı yarıya ayarlanmasıdır. . Bu deney başka yerlerde farklı şekilde anlatılabilir. Genel mantık aynıdır.
Kedi bir gözlemci dahil olana kadar hem ölüdür hem diridir.

Paralel evrenlerde her ihtimal, gözlemci dahil olduğu zaman gerçekleşmiştir.




   



Bu yolculuğumuzda size kuantum teorisinin mantığını anlattık. Gördüğünüz gibi kuantum teorisi saçma falan değildir. Sadece yaşamın seyrinde gözlemlenemeyen olayları anlatmaktadır Biz tüm gayretimizle size en etkili ve en kolay şekilde bu teoriyi anlatmaya çalıştık. Umarız başarılı olmuşuzdur. Anlamadığınız şeyler olursa, hatta anlasanız dahi sorularınızı yoruma yazabilirsiniz. Aynı gün cevaplanacaktır. Başka bir yolculukta görüşmek üzere hoşça kalın...



Devamını oku »

2 Ağustos 2015 Pazar

Hapla ya da Bir Süper Mikroalgle Beslenmek: CHLORELLA

Bilimkurgu filmlerinin klasik senaryolarında biridir gelecek ve çokça gördüğümüz bir sahne de haplarla beslenen insanlardır. Peki, sizce bu senaryo ne kadar olası? İnsanlar bir gün gerçekten haplarla beslenmeye başlar mı? Eğer gerçekleşirse bu haplar ne kadar besleyici ve sağlıklı olur? Elimizde tam da bunun için kullanılabilecek bir mikro alg var desek?  Biz de sizin için bu mikro algi araştırdık ve senaryoyu sizin için değerlendirdik.
Chlorella kolonileri mikroskop görüntüsü
Mikro alg deyince hemen ön yargılı davranmayın. Mikro alg olabilir ama aslında tam da canlıların aradığı bir süper besindir Chlorella. Günümüzde yıldızı pek parlamamış olsa da geleceği çok parlaktır Chlorella’nın. Geleceği parlak derken bu geçmişine gölge düşürmemelidir; çünkü Chlorella 2,5 milyar yıldır genetik yapısı değişmemiş nadir bir canlı türüdür. Chlorella bir mikro algdir. Peki, ya mikro alg de neyin nesidir? Mikro alg fotosentetik canlıların tümüne verilen genel addır. Tek hücreli olabildikleri gibi koloniler halinde de yaşayabilirler. Serbest hareket edebilirler. Beslenmek için tıpkı bitkiler gibi tuzlara, karbondiokside ışığa ve suya ihtiyaç duyarlar. Bitkilerin sahip olduğu makro yapıları bulundurmayacak kadar basittir mikro algler. Klasik tek hücreli özelliklerini de taşır yani. Bunun yanında inanılmaz bir çeşitliliği sahiptirler ve içerisinde hem ökaryotik hem de prokaryotik canlılar bulundurması bunun bir kanıtıdır. Bu kadar bilgilendirme yaptıktan sonra şimdi ana konumuza dönelim.

Chlorella gerçekten gelecekte kullanılacak bir süper besindir. Eğer böyle düşünmüyorsanız yazımızın sonunda fikrinizin değişeceğinden eminim. Chlorella’nın besin değerleri ve faydaları şüpheye mahal bırakmayacak şekilde kanıtlıyor zaten kendini. Şimdi bu yüksek klorofilli yapının besin değerlerinden ve yararlarından bahsedelim.

Chlorella doğadaki en yüksek klorofil kaynaklı sebzelerden yaklaşık 22 kat fazla klorofil içeriyor. Bu bizlere eşsiz bir besin kaynağı oluşturuyor. Bunu yanında yirmiden fazla vitamin ve mineral içeren Chlorella aynı zaman da enzimler, doğal beta karoten ve ham lif bakımından da zengin bir besindir. %60 oranında protein içerir. Vücuda alınan bu bileşiklerinse yararları bir hayli fazla; hücre yenilenmesinde, enerji üretiminde, protein ve aminoasit mekanizmasında ve vücudu çeşitli toksik maddelerden arındırmada etkili bir biçimde görev alıyorlar. Araştırma sonuçları Chlorellanın bunların yanında bağışıklık sistemini güçlendirme, hazmı kolaylaştırma ve sindirim sisteminden zararlı kimyasalları ve ağır metalleri uzaklaştırma gibi bir etkisi olduğunu da ortaya koymuştur.  Bunlarla birlikte daha bir çok faydası da vardır.

Chlorella hapları
Besin değerlerini ve yararını anladık ama acaba bunun üretimi nasıldır? Maliyetli ve zor mudur? Üzerinde birçok araştırma yapılmış ve üretilmesi denenmiştir. Nobel ödüllü Otto Warburg 1919’da Chlorella yetiştirdiğini bildirmiştir. Japonya’da da savaş sonrası kıtlık döneminde Chlorella yetiştirilip tüketilmiştir. Günümüzdeyse bu süper besini menümüze eklemek isteyen bilim adamları tarafında Chlorella hapları yapılarak piyasaya sürülmüştür. Bir çok internet sitesinde satışı yapılmaktadır. Ticari amaçlı sadece Tokyo’da üretimi yapılan Chlorella 1955 yılından beri havuzlarda üretilmektedir. Yılda 30 ton kadar üretim yapılmaktadır. Bu haplardünyanın birçok yanında hatta NASA astronomları tarafında bile tüketilmektedir. Üretimi bir hayli kolay olan Chlorella sürekli karıştırılan havuzlarda 16 saat içine kendinin dörde katlamaktadır. Günümüzde çok göremesek de ileriki yıllarda Chlorella çiftliklerine çok sık rastlayacağımız bir gerçektir.
Bir Chlorella üretim havuzu

Devamını oku »